Düşler Ülkesi (Finding Neverland) hep çocuk kalmak isteyen bir adamın ve asla çocuk olmayan bir çocuğun hikayesini anlatır. Hikayenin kahramanlarını aslında tanıyoruz. Çocuğumuz Peter Pan’ın esin kaynağı olan Peter ve adam ise Johnny Depp’in canlandırdığı Peter Pan’ın yazarı Sir J.M. Barrie.
Evli olan Sir J.M. Barrie parkta yazdığı sıralarda 4 çocuklu dul kalmış bir kadınla çocuklarının hayatlarına girer. Bu durum eşi ve toplum tarafından ise hoş karşılanmamaktadır. Fakat Johnny Depp’in üstün performansı yazarı gerçekçi kılmasının yanı sıra, izleyici tarafından hoşgörülü kılmaktadır. Düşler Ülkesi Sir J.M. Barrie’yi sadece “aile dostu” olarak sunmuyor, ama onun hayaller dünyasındaki gerçeklik algısı Kate Winslet’ın canlandırdığı Sylvia Llewelyn Davies’e ve çocuklarına masalsı bir aşk beslediğini bize hissettiriyor. Olayların cinsellik boyutu tamamen bizim için bir gizem olarak kalıyor.
Film 1903 yılında Barrie’nin beklentiyi vermeyen oyununun oynandığı bir sahne ile başlıyor. Bu durum hemen bir oyun yazmasını gerektiriyor. Çünkü kira kontratı olan Dustin Hoffman tarafından canlandırılan Charles Frohman’a olan taahüdü yerine getirmesi gerekiyor. Bu sırada oyunlarını yazdığı Kensington Bahçeleri’nde Sylvia ve çocuklar Peter, George, Jack ve Michael ile tanışır. Çocuklara köpeği ile bir oyun sergiler ve çocuklar ilgi ile onu izlerler. Barrie aile ile görüşmeye başlar. Barrie ile Sylvia arasında kısa sürede bir bağ kurulur.
Bu durum filmdeki iki karşıt kadın figürü ile tepki ile karşılanır. Radha Mitchell oyunculuğunda Barrie’nin karısı Mary onun evde olmayışları onu rahatsız etmektedir. Fakat kocasının akılcı yaklaşımlardan uzak olduğunu kabullenmesi, karşısında olduğu bu durumu kabullenmesini beraberinde getirir. Julie Christie’nin hayat verdiği Sylvia’nın annesi Emma du Maurier ise kızının ve torunları için çevredeki dönüşler nedeniyle de bu arkadaşlığı olumlu karşılamaz.
Barrie’nin çocukluğuna indiği bir tirat var. Burası bence filmin ve yazarın hayatının kilit noktası. Çünkü burada ağabeyinin ölmesi üzerine, aile içinde hissedilen eksikliğinde onun rolünü üstlendiğini görürüz. Üstlenilen bu rol, onun çocukluk yıllarına ait hissettiği kendisi olamama hissini ve arzu ettiği çocukluğa ilişkin özlemini ilerleyen yıllarda perçinleyecektir.
Düşler Ülkesi oluşmaya başlıyor
Yarattığı “Düşler Ülkesi”ni çocuklara ve Sylvia’ya açar. Bu dünyada korsanlar, kovboylar ve Kızılderililer vardır. Sylvia çocuklarla ilgilenmesi nedeniyle ona müteşekkirdir. Öksürük krizleri içeren bir hastalığı da baş göstermiştir.
Düşleri Ülkesi, bir tek Peter tarafından reddedilir. Bu rolü çok iyi oynayan Freddie Highmore, çocuk kalmak isteyen bir yetişkin karşısında, erken yetişkin olmuş bir çocuk karşıtlığında akışa katılıyor. Babasının kaybını kardeşlerinden daha çok hisseden Peter, bilgili ve kibardır. Sylvia kötüleştiğinde, annelerinin iyi olacağına yönelik çabalar karşısında bir tek o “I won’t be made a fool!” diyerek bu aptallığı kabul etmez. Sylvia öldüğünde ise, Barrie’nin babalığını kabul etmez.
Peter Pan fikri böyle bir halet-i ruhiye içinde şekillenir. Peter Pan, Barrie’nin tüm geleneksel ilişkilere karşı saflık ve masumiyeti içinde engellere karşı bir dünyadan kaçış dünyası olur. Filmde sıklıkla gördüğümüz gerçeklikten kopuşu tam olarak anlayamadığımız hissettirmeyen “Düşler Ülkesi” geçişleri, Barrie’nin sığındığı bir dünya yaratır. O, bu dünyayı ise hakettiğini düşündüğü çocuklara açmaktadır.
Peter Pan, başta oyuncular ve salon sahibi tarafından başarısız olarak görülür ve filmin başında bahsi geçen oyun gibi bir hüsranla sonuçlanacağı düşünülmektedir. Genel seyirci kitlesinin aristokrat hayat tarzı, oyun için endişe oluşturmaktadır. Peter Pan’ın ilk sergilendiği gece, 25 boş koltuk yetimhaneden gelecel çocuklara ayrılır. Çocukların aristokrat seyirci kitle arasındaki heterojen dağılımı, filmde çarpıcı biçimde gösterilen, oyundaki büyünün seyir mekanlarına zuhur ettiği bir atmosfer yaratır.
Film Johnny Depp’in olağanüstü oyunculuğu ile sıkılmayan bir akış sunar. Sahne geçişlerinin masalsılığı ile kullanılan renk skalası bu etkiyi arttırmaktadır.
Filmin sonu ise izleyiciyi yüksek bir duygu seviyesine çıkarıp orada bırakmaktadır. Başından beri duygu yönetimi iyi kullanılarak, tempo düşmeden iyi bitiş sağlanmıştır. Hikaye kurgusu saf ve masalsılığın içinde bu gerçekdışılığı gerçekçilik dünyası haline getirir. Senarist David Magee ve yönetmen Marc Forster, kimi kısımlarda ise filmi gerçek hikayeden koparmışlardır. Aslında Sylvia’nın kocası olaylar sırasında yaşamaktadır. Fakat Barrie’nin çocuklar ve Sylvia ile ilişkisini istenilen düzeyde verebilmek adına hikayede bu detay değiştirilmiştir.
Film bize bir dönem kesitinin yanısıra, bildiğimiz bir eserin ortaya çıktığı özel koşulları çarpıcı biçimde vermektedir.
Yazarın diğer yazılarını okumak için tıklayınız.